20 Eylül 2017 Çarşamba

ÖLÜM MARŞI MI OLUR ?



Hayat ve ölüm.
Demlenmiş bir şarabın esrik yalnızlığında,
Terk edilen hüzünler
Ve eskimiş bir tarihe kazılı kırılan çocuk oyuncakları gibi
Azarı ve tokatı özümseyen boyun eğmeler
Kinimi büyütüp yaralarımı sarmayı öğretti bana
Ateş köpüğü gibi
Savrulan bir geceyi aydınlatan
Yüreğime kızgın bir çelikle saplanan
Sığ çiçekleri bezedim savruldu bahçelerim.

Ah !
Güvercin taklaları atıyor insanlar
Aramalar,panik kaçışlar,şüpheler
Canlı bomba,
Sirenler çalıyor
Ambulanslar
Motor sesleri kaçış bölgelerinine ölümü taşıyor
Çentiklerde görünmez kan
Ama hepsi,
Gökyüzünün insana büzülen suçu.
Kara lekesi ömrümüzün
Uyuşturucu bir aşk gibi
Bize değiyor fırtına
Telaşsız sızısıyla karanlıkta.

Hediye diye aldığım
Sırtındaki kanlı gömleği at.
Turna sesinden

Ölüm marşı mı olur?

7 Eylül 2017 Perşembe

GERİSİNGERİ



Hep benim göynek cebimde durur yazdığım mektuplar.Açar okurum sonra oturur tütün ve yara sararım.Çekmeceler,anılarla doludur bir albümün sayfasına sıkışmış,Kimisi yalın kılıç,kimisi sarı saçak yağmur gibi orta yerde.
Doğum lekeme içerleyen bir dünyada yapayalnız,Göç kaldığı yerden devam ediyorsa,Gök yeniden yağar diye;
Şemsiyeme koşuyorum her sabah.

gerisingeri

uçtuğumu düşlüyorum
bir bataklık kenarı
ayağı kırık atlı karınca atları ne bileyim
başka şairler bana bakıyor
bilmediğimiz dillere atıyorum suçu
onlar anlamıyor beni
konuşamıyoruz.

gerisingeri

koştuğumu düşlüyorum
alacakaranlık bir parkta
yüzün ne kadar da büyük görünüyor
ırmağı yazan şairleri süzüyor gözlerim
kendi zamanına kapanmışlar
süreya ya da veli mi olsam
bakışamıyoruz.

gerisingeri

yürüdüğümü düşlüyorum
bir ada sürgünlerin yollandığı
herşey sessizlik içinde kimsenin olmadığı
açmış ağzını bir yudum almak için şairler
nasıl da ekşiyor kararan üzüm
dalından kopup dökülünce yere
sarılamıyoruz.

gerisingeri

yazdığımı düşlüyorum 
ben burada kalıyorum da
elim aldırmazlıklarla ağırlaşıyor
sözcükler acılaşıyor
yaşamlarımız sürüyor sığ bir sefalette
gemin seni bekliyor şair

güle güle.

SANDUKA



Herkesin iki adı yoktur
Var sa var,adım Cemal Cengiz.
Beni bir beyaz ışığa doğurduğunda anam
Eskimiş tüm kösnül ağuların içinde
Hile ve hevestim bütün kucaklarda
Sim yeşili patiskalara sardıklarında beni

Ben bir akşamın göçmeniydim hep
Büyürken,serpilirken,aşık olurken
Rüzgar ve zaman,limon ve kelebek
Ayakta ezilen üzüm tanesi
Ayrık otları
Binlerce ayak sesinde dolaşan odalar.

Uzak bir menzile taşındı evim
Benim cevabını veremediğim
Bütün pençereleri örülen
Taş mahzenler
Hakkım olmayan
O solgun gün batımları.
Bir çöl halısından taşıdılar
Yanmak yazıldı kitabımda
Ben ki ölüm kılındım
Yedeğimde hançerle beklerken sultan.

Kemirin mezar taşlarını,
Mendil düşürün
Gözyaşı silin
Mil çekin artık.
Ekmek ufalayın kardeşlerime
Sofraları şenlensin yukarıya bakanların
Artık onlara kalsın bir daha açılmayacak olan sanduka.

Taşa rastlayan bir çivi olsaydım

Keşke karanlığında bırakılıp kalsaydım.

BANA ANLA DEDİKLERİ YURDUMDA





I.

iki dağın sevişmesini anlatır her uçurum
ve öyle süzülür ipini kopartan uçurtma,
hep kendi kavmini bilir,ezbere borçlanır
zabdedilen yere indirilen çivi
plastik bir cenaze törenininde hocanın
safrana batırılmış muska,bir kepçe pirinç pilavı
kuru fasulyenin yağ üniteleri kaynamış
bütün iğrenç ve birikmiş irinlerin bakteriye dönüştüğü
tüm akrabalarımı soyumu soyunarak
uzaklaştım bana anla dedikleri yurdumdan.
bakıyorum ;
yollara birikmiş çöplere betona benzeyen şekillere
gazele tarumar karışmış ağaç dökülenlerine
siluetlere insana hayvana böcek ot ve nevaleye
labirentin kör ucunda saklanıyorlar
şarkılar konuşuluyor do’dan la öksüz
serçe kuşları bir kavağa haber gönderiyorlar
yeraltından sesler dağılıyor kocaman
yerüstünde aynı dağınıklık yetersizliklere kefen
dehşetle çekiyorum yakalayıp ateşi.

II.

bir dönemecin başındayız
kıyıya sıkışmış mask bakıyor gözlerini burkup
hazları yok farzedilmiş bir aşkın çocuğuyuz
kösnül bir dünya bunca uğuldarken
ufukta mavi boşlukta sonsuz bir nokta
ah sınırı olmaz acı ortasında kalbimin
bu yüzü daha önce görmüştük biz
eprimiş bir düşünceyi seyreltirken
gergef ne güzel biçim veriyor kaneviçeye
ters çeviriyorum uzanıyorum
kimse görmez hikayemizi
duymaz rengi batmış sökülen sözcükleri
bir ağacın gölgesinde bakmak onca ceylana
uzaksın kaf kadar,ömür suları nereye aksın
kokun,burulan içim ve ellerin düşer aklıma.
çok sıkı kucaklaşmalı
sağaltıcı ve sarsan bütün titremelere inat
tenimizde kabaran ter,
göğsümüzde eksik kalan duman izi,
cinsel istismar
kıyaslanan adalet
ya kimlik beyanımız
ifademiz var
bir mevsimi daha eskitmek                                                                 
yüzen bir yarım adanın derin sularında
benim çok acil şişmem gerek,
çok acil ölüp dirilmem.
günahı yok kimsenin
bana anla dedikleri yurdumda.

III.

belki bir avuç çiçek bir tutam mektup belki
kurumuş ve kirlenmiştir biriken yerde
kanatır ökçesini ikiden fazla insanı ilgilendiren acı
ölüler bütün dinleri konuşur mu uzandığı yerde
dişleri bağlıyken bir ipin teyeline
silinmiş sesler,buğulanmış bir gözün göremediği
çözülmeler çanhıraç bir avazda bağlanıyor
birazdan karanlığı alacak önüne gün
beslediğimiz ağacın suları çekilecek
bitime saklanacak herşeyin peşine takılacak.
odalar dolaştım kayıp sesler işittim
su yolları gördüm sırtımda
ödünç nefesler aldım
kanatlarımı bıraktım bir karanlık dehlizde
ışık gördüm çabaladım ıkındım uçamadım
orkide saksısında goncasını okşuyordu
ıpıslak yalınayak
kömür lekesi,ciğer yangını,yüzüne inen yumruk
anlatsam sana parçalı masallar
bütün gölgelerin kibarıyım şimdi
bana anla dedikleri yurdumda.

IV.

göğe döndü gözler,herkes olduğu yerden bakıyor
kah ürkek,kah seyrek hayretle göçebe kuşları izler gibi
bir bağlanıp sımsıkı sonra rüzgarda dağılan bulutlar gibi
süzülüp dönmeye başlayan gökyüzüne
biraz daha iyi,biraz daha dayanılır olsun diye hayat.
sonu olmadığına göre sonsuzluğun
çocukluğumda öğrendiğim bütün haksızlıklar devam ediyor hala
ne kadar daha bakacağız sise dans ede ede
görmeden gidecek miyiz denizi
oysa durmadan acıya dayanıklı bir dünya yağıyor üstümüze
ve zaman eriyen ellerimizde kar toplayan fırtına.
yaklaşık uçurumlar biriktirdim
unuttum adımızı çağıran sesi
çiçeği buldum,sonra güzü soldular ikiside
biçilmiş otların sarı sürgünü
benden öncede buradaydı benden sonrada kalacaklar
gidip bir ırmağı aralayayım arığa dönsün su
bir gölü deleyim,bir akşamı karşılayayım bir uykuya demleneyim
dönüyor bu dünya şaraba ezilmiş üzümler gibi
çöl kumuna,su kuşlarına,yaşından çözülmüş ağlayan tarihe
senden biriyim şimdi,sen gibi

bana anla dedikleri yurdumda.